Sayfalar

11 Ekim 2014 Cumartesi

PARİS Eylül 2014

Galatasaray lisesinde okuduğum yıllarda , 10.ncu sınıftan 11 .nci Sınıfa geçtiğim yıl rahmetli babam hem ödüllendirmek ve hemde yaz kurslarına katılmak için Paris'e göndermişti beni , sene 1968. Daha sonrasında üniversite  ve en son 1973 yılında Fransa macerası son bulmuştu.
Seneler sonra kızımın üniversite yıllarında  kendisini görmek üzere Amerika'ya gitmek için de transfer istasyonu olan Paris'i kuş bakışı olarak 34 sene sonra görüp anılarımı tazelemiştim . En sonunda  Eylül/2014 yılında  eskiden dolaştığım sokaklarda, oturduğum cafe lerde anılarımı yaşamak üzere ver elini Paris dedim.Cezayir Houari Boumedyen hava alanından 2saat 10 dakikalık bir uçuştan sonraCharles de Gaulle hava Alanına inişi takiben air France otobüsleri ile 2E  terminalinden şehre hareket ettiğimde kafamda gezeceğim yerleri programlamaya başlamıştım.
Yaklaşık bir saatlik bir yolculuktan sonra Eski adıyla Place de l'étoile yeni adıyla Charles de Gaulle Meydanı'na geldik ,teknolojiden yararlanarak otelimin yerini anında tesbit edip ,meydana bakan sevimli ,temiz ,personeli oldukça kibar olan ELYSEE oteline yerleştim.Valizimi yerleştirmenin ardından otelden ayrılıp Champ Elysee bulvarına çıktım.  Seneler öncesi gençlik yıllarım da aklıma takılan dizeleri hatırladım bir an,  
        
    J'allais le long des rues
    Comme un enfant perdu
    J'étais seul j'avais froid
    Toi Paris, tu m'as pris dans tes bras”
 


Kaybolmuş bir çocuk gibi
Caddelerinde yürürken

Yalnızdım ve üşüyordum
Paris, sen beni kollarına aldın

Zafer anıtı Napolyon savaşları döneminde Fransa adına savaşan askerler anısına yapılmış. Anıt 51 metre yüksekliğindeki sütunlar üzerinde duruyor ve genişliği 45 metre. Anıtın iç duvarlarına 558 Fransız generalinin adı yazılmış, savaşta ölenlerin ise altı çizili. Meçhul asker Anıtı olarak  da bilinen    bu eserin altında  Fransa için ölen askerlerin anısına daima yanan bir ateş Onlara olan saygılarını ifade ediyor. Champs Elysées bulvarından batıya doğru yürüdüğünüzde takriben 8.64 ha büyüklüğünde CONCORDE (uyum ) meydanına ulaşmış olursunuz. XV.ncı Louis'nin mimarı olan Ange-Jacques Gabriel tarafından dizayn edilen alanın yapımına 1755  yılında başlanıp 1775 yılında bitirilmiş ve XV.nci Louis meydanı olarak isimlendirilmiş. Söz konusu alan Fransız ihtilalinden sonra Place de la Révolution meydanı olarak isimlendirilmiş ve kurulan giyotinde 21 ocak  1793 tarihinde Kral XVI .ncı  Louis  ve Kraliçe Marie Antoinette  ile   Robespierre ,Lavoisier vb.  ünlü isimlerin de bulunduğu 1300 kişi bu alanda idam edilmiştir.    




Fransız ihtilalinden sonra 1814 de tekrar yerlerine dönen  Bourbon hanedanlığı , 1815 te ilk fransa İmparatoru Napoléon'un düşmesinin ardından tahtı ele geçirdikten sonra alan tekrar Louis XV meydanı  olarak isimlendirildi.1830 devriminden ise sonra bugünkü ismi olan Concorde olarak anılmaya başlandı. Franklin Roosevelt caddesinden Seine nehri kıyısını takiben Parc du Champs de Mars  ve Paris'in simgesi Eyfel Kulesine doğru yürürken, büyük saray (grand palais ) tüm görkemiyle önünüze çıkacaktır. Grand Palais 1900 yılında  dünya fuarı için  inşa edilmiş bir saraydır.
Grand Palais
Binanın en bilinen özelliği camdan yapılmış çatısıdır. 1900 yılında dünya fuarına ev sahipliği yapan Paris'te   bu önemli organizasyon için, şehirde birçok proje yapıldı.
Bu dönemde inşa edilen ünlü yapılar arasında Grand Palais, Petit Palais ve Pont Alexandre III de vardır.
Alexandre III Köprüsü
Seine Nehri üzerindeki irili ufaklı 37 köprüden en görkemlisi ve bence en güzeli olan Pont Alexandre III (Üçüncü Alexandre Köprüsü) 1900 yılında inşa edilmiş eşsiz bir sanat eseri aslında... 1892 Yılında oluşturulan Fransa-Rusya birliğinin ardından 1896'da inşaatına başlanan köprü, dönemin Rus Çarı II. Nicholas'nın babası Çar III. Alexandre'ın adını taşıyor.

Uzun bir yürüyüşten sonra Eyfel Kulesine ulaşınca çimenlerin  üzerinde yürümekten  sızlayan  bacaklarımı eyfele bakarak dinlendiriyorum. 
Güneşin batımına az bir zaman kaldığı için hemen uzun kuyruklardan birine girip yaklaşık yarım saatlik bir bekleyişten sonra bizi tepeye çıkaracak asansöre yönleniyoruz.İkinci katta asansör değiştirip tepeye varıyoruz.
Kule adını tasarımcısından almış. 1887-1889 yılları arasında Fransız devriminin 100. yıl kutlamalarında Dünya Fuarı için daha sonra yıkılmak üzere kurulmuş. İletişim ve haberleşme için uygun yüksekliğe sahip olduğu görülünce 1901 yılında radyo anteni olarak kullanılmaya başlanmış ve yıkılmasından vazgeçmişler.
Anten dahil yüksekliği 324 m yi bulan kule yaklaşık 100 katlı  bir binaya denk gelmekte. Yüksekliği sıcaklığa bağlı olarak 15 cm lik değişkenlik gösteren kuleyi , 300 işçinin  26 ayda 18038 adet parçayı 2. 5 milyon perçin kullanarak biraya getirmiş. 40 ton boya kullanılmış.
Güneşin Paris üzerinde batışını bir kadeh şampanya ile seyre dalıyoruz.Her şehrin, Her ülkenin bir sembolü vardır ya, malum Eyfel Kulesi sadece Paris’in veyaFransa’nın değil , belki de kıta Avrupası’nın da simgesi olma özelliğini taşıyor.

 
Kulenin son  katına çıkarak doyumsuz Paris manzarasını muhakkak     izlemelisiniz.





Parc du Champs de Mars
Akşam güneşinde Seine nehri

























Chaillot, 19. yüzyıla kadar bir köy olmasına rağmen İkinci İmparatorluk döneminde Paris’in büyümesiyle şehirle kaynaşmış. Napoleon bu tepeye imparatorluğun çöküşe geçmesine rağmen bir saray yaptırmaya karar verip 1826 yılında İspanya zaferi sonrasında Trocadero sarayını inşa ettirir.
Günümüzde müze olarak kullanılan sarayın Seine nehri tarafı taraçalı bahçeleriyle (Jardins du Trocadero) sarayı nehirle buluşturur.
Bir bütün olarak düşünülen kanatlar ile saray ayrı zamanlarda yapılmış yapılardır.
Kanatlar eski Trocadero sarayından kalmadır. 1935 yılında merkezde bulunan bina yıkılıp ,1937 yılı uluslar arası sanat ve teknik fuarı için inşa edilmiştir.  Günümüzde müze ve exposition merkezi olarak kullanılmaktadır.
Burada bulunan Trocadero Çeşmeleri’de görülmeye değer noktalardan.  Ayağımızın tozuyla hiç dinlenmeye zaman ayırmadan 12 saate yakın bir süre durmadan dolaştık .
Bisikletli taşımacılar her an ve her yerde önünüze çıkabilir , ilk günden passe carte almadığımız için birisine binip ver elini Champs Elysées diyoruz.Otelimize yakın bir café de yorgunluk biralarımızı yudumluyoruz.Her ne kadar Belçika biralarının çeşitliliği ile yarışamasa da ,Fransa'da geniş bir bira yelpazesini bulmak mümkün. Bir Belle  Vie ve Heineken alarak geceyi kapattık.


İkinci günümüze ilk iş olarak otobüs ve metroda kullanacağımız pass kartlarımızı alarak başladık.Paris metrosu ile şehir de ulaşılmayacak nokta yok.Yeter ki panolardan gideceğiniz yer için hangi hattı nerede değiştireceğinizi tesbit edin.Bunu da gayet kolaylıkla yapmanız mümkün. Kişi başı 17.00 euro vererek 3 gün için 1 ve 3.ncü bölgelerde serbest dolaşım kartınızı alabilirsiniz.
Sarı 1 no lu metro ile Chatelet ye geldik. 

Seine nehri üzerinde, Paris'in tam ortasında bulunan iki adadan biri olan Île de la Cité  tarihte Paris'in ilk yerleşim yeri olma özelliği taşıması bakımından çok önemli bir ada. Romalılar zamanında çepeçevre surlarla korunan bu ada ve çevresinde kurulan yerleşim yerleri ile bugünkü Paris'in ilk temellerini atmış.

Günümüzde pek çok önemli anıtsal yapıyı üzerinde barındırması bakımından ayrı bir öneme sahip bu ada konum olarak kuzeyde Chatelet, güneyde Saint Michel arasında yer alıyıor.

İlk olarak Notre Dame kilisesini gezmek istediğimiz de uzun kuyruklardan dolayı içeri girmeyip mimari bir şaheser olan binayı seyre dalıyorum....

Napolyon'un taç giyme töreninden Victor Hugo'nun hayal dunyasına Notre-Dame Katedrali,  bir çok önemli olaya tanıklık etmiş Fransa'nın en tanınmış kilisesidir.




1163-1250  yillari arasinda gotik tarzda inşa edilen Notre-Dame Katedrali ,Fransiz devrimi sırasında çok kötü günler geçirmistir. Halk ön cephedeki peygamberleri fransız kralları sanıp başlarını kopartmıştır.
Bugün görünenler sonradan yeniden yapılmış olanlardır. Devrimciler çok daha ileri gitmişler kiliseyi katolik ayinlerine kapatıp 10 kasım 1793 de burasını aklın mabedi ilan etmişlerdir. Fransa ile Vatikan arasında varılan uzlaşıdan bir yıl sonra   ki  bu olay Fransa tarihinde "Konkordato" olarak bilinir , 18 Nisan 1802 yılında yeniden ibadete açılmıştır. Victor Hugo'nun ünlü romanı Notre-Dame'ın Kamburunun 1831 yilinda yayınlanması ile birlikde dünya çapında çok büyük bir ün kazanmıştır.19.ncü yüzyıl başların da harap durumda ki kilise yıkılmak istenmiş ancak Hugo nun romanı dikkatleri toplaması ile üzerine kilise restore edilmiştir.Gözlerimin önünden Notre Dame de Paris müzikalınde ki Esmeralda geçerken ,Quasimodo 'nunyani çeyrek adamın söylediği "Belle"şarkısını hafifce mırıldanıyorum. Köprüyü geçip Quartier Latin'e ayak basınca kalabalık bir yaya grubu,hediyelik eşya dükkanları bir curcuna ortasında kalıveriyoruz hani sanki İstanbul sirkecide gibi....
Seine nehri kıyısından Quai Saint-Michel caddesinden yürüyerek Saint -michel çeşmesine geldik.
Bu meydanda bulunan ve şehrin genel yapısıyla örtüşen eski bir yapıt, bu yapıttan doğal bir şelale gibi, güzel bir kadının dalgalı saçlarınin yumusakligiyla havuza dökülen sular, ve bu suları yapıyla örtüştüren binbir heykelin güzelliği paris'teki en harika buluşma mekanını doğal olarak oluşturmuştur.
Hatta bu mekanda buluşmak istediklerinizle buluşamayıp, buluşmayı hayal edemeyeceğiniz insanlarla karşılaşmanız çok olasıdır.Bende yaklaşık 40 yıldır görmediğim Paris'te yaşayan psikolog teyze kızım 
sevgili Şükran ile burada hasret giderdik.
Baron Haussmann tarafından Parisin yeniden dirilişi döneminde 1855 yılında yaptırılmıştır.Duvar üzerinde yapılan anıtsal çeşmelerin son örneğidir.Duvarlarında adalet , kuvvet ,ılımlılık gibi konuları simgeleyen değişik sanatçıların heykelleri bulunmaktadır.


la prudence            la force             la   justice         la tempérance                                                                        
                                                                                       
HenriAlfred Jacquemart tarafından yapılmış Dragon heykeli.


Francis Joseph Duret tarafından yapılan ve çeşmenin merkezinde bulunan heykelde Şeytanın öldürülüşü tasvir edilmiş.
Rue du Petit  Pont yolunun girişinde tesadüfen karşımıza çıkan  İstanbul kebab lokantasında yemeğimizi yedik ,yolunuz düşerse uğramanızı tavsiye ederim.
Aynı bulvarı takiben 42 sene önce koridorlarını arşınladığım Sorbonne Üniversitesine doğru yürüyüşe geçtik.Seneler ne kadar çabuk geçmişti sanki dün gibiydi ve karşımdaydı tüm anılarımla ........

                   SORBONNE  UNIVERSITE DE PARIS

Nostaljiden sıyrılıp yola devam , Panteon ilk durağımız Panteon. Paris'in koruyucu azizesi Geneviève'e ithaf edilen bir kilise olarak inşa edilmişse de,Fransız Devriminden sonra kilise fonksiyonunu kaybetmiş,Voltaire , Jean Jacques Rousseau ,Victor Hugo,Emile Zola ,karı koca Curie'ler gibi önemli Fransız entellektüellerinin gömüldüğü bir anıt mezar halini almıştır. 
Her ne kadar Restorasyon çalışmaları sırasında açık olduğu belirtilse de mezarların bulunduğu tarafa geçemedik.

İlk bölümü burda kesip , bir sonraki yazımda Paris'in enteresan olduğunu düşündüğüm bölgelerini sizlere tanıtmaya devam edeceğim.

Kalın sağlıcakla.............



    








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder