Sayfalar

28 Haziran 2013 Cuma

sahraya devam




 MERHABA DOSTLAR
Bir önceki gezi notlarını bıraktığımız yerden devam ederken , yaklaşık beş yıldır yaşadığım kuzey Afrika da edindiğim bazı gözlemlerimi sizinle paylaşmak istiyorum.

 Görev nedeniyle bulunduğum değişik  ülkelerde ,  ne kültürel ne de yer küre üzerinde hiçbir komşulukları olmayan  ancak , aynı standartlarda yaşam koşullarına sahip olan ve genel de aynı sorunları , değişik yöneticilerin aynı tip uygulamaları nedeniyle halklarına yaşattıklarını  görmek , insanoğlunun menfaatler dünyasında kürek çekmesinin en belirgin örneğini oluşturuyor.

Örneğin Irak'ta Bağdat şehrinden geçen dicle kenarındaki Al-Zawra ve Saddamın şatosunun bulunduğu Suwaib bölgelerinde ki yaşam koşulları ile 7*8 km uzağında ki yerleşim bölgelerinde ki hayat koşulları arasındaki uçurum neticesidir ki kelleler bunu fırsat bilen çıkarcı güçler tarafından koparılmaktadır.

Bu örnekleri sizlerinde bildiği gibi çoğaltmak ve sona eren diktatöryaları saymaya gerek yok.

Bunları neden dile getirdim ,Cezayirde aynı koşullarda idare edilmekte.Apoletli zümreler kaymağı götürürken halk milli gelirden payını alamamaktadır.Dünya üzerinde yıl sonu bütçesi en az 10 milyar dolar fazla veren bir ülke olmasına rağmen , yönetim tarzı , gayri safi hasılanın ,  halka bırakın eşit dağılımını  %10 lık dilimini dahi dağıtmaz ise manzaranın bundan öteye gitmeyeceği kesindir. İşte bu nokta da kendi ülkemizde olayların ne şekilde cereyan ettiğini de  sanırım düşünmek gerek .

Her neyse bu kadar politika yeter , dönelim gezimize.

Rehberimiz eşliğinde  artık sokaklara giriyoruz, gizlice fotoğraf çekmeye çalışıyorum. Kadınlar bizi görünce yüzlerini çevirip adeta duvara yapışıyorlar, yol üzerinde ki nişlere hanımlar erkekler geçerken yol vermek için  yola arkaları dönük olarak duvara yapışıyorlar adeta




  Erkekler hem bizi gözlüyor, hem de kadınları duvara daha fazla yapıştrıyorlar. Birkaç erkek çocuk bu üzücü sahnelere tanık ola ola, sessizce Kuran kursundan evlerine dönüyor.Yolların üzerinde ufak bakkal dükkânları var. 





 




 Alışverişi genelde yaşlı kadınlar ve çocuklar yapıyor, taşımada eşek kullanıyor.








      

Bu arada İslamiyetin ilk kabulunden sonra yapılmış olan yarısı yer altında kalan enteresan ibadethaneler gördük.
Merdiven ile inildikten sonra uzun bir koridor ile ana bölüme geliniyor.







Ana bölümde resimde resimde görüldüğü gibi çeşitli oyuklar var.Bunların en alttında ki sıraya ayakkabı konuyormuş,üst sıralarda ise dini kitap ve Kuranı Kerim bulunuyormuş.Yapım tarihleri 1100 ila 1200 yılları.







İlk kurulan şehire (site ) uzaktan baktığınızda en belirgin olarak tepeye inşa edilmiş cami hemen göze çarpıyor.
İlk dönemlerde savunma ve sığınma  amaçlı olarak yapılmış bu yapılar hem ibadet hemde gözetleme amaçlı olarak kurulmuşlar.
Sonraki senelerde bu savunmaya ilaveten çevre surları inşa edilmiş.


 En tepeden görebildiklerimiz bugüne kadar kalabilen sur kalıntıları, kule biçimli minareler ve üzeri sadece toprak olan mezarlar.







Camiye ana giriş olan ve resimde görülen koridoru sadece erkekler kullanıyor , kadınların girişi arkada , tabi ki resim almam yasakdı.




Tepedeki tarihi Ghardaia Mezarlığı’na çıkacağız, yolda 11. yüzyılda yapılan bir cami görüyoruz. Kadınlar camiye giremiyor, cenazeye katılamıyor. Erkeklerin namaz duruşları da farklı. Ellerini kulağın yanında açma ve önde kavuşturma yok. Gayet basit bir duruşla kılıyorlar.




                         Mezarlar birbirini içine geçmiş, kim nerede belli değil.





          Öbür alemdeki ruhlar için testi, tabak ve kupalar da ekleniyor. Ne yazık ki çoğu kırık durumda.






Sadece ayak ve başuçlarında taşlar var. Mezar çocuk veya hamile kadına aitse ortaya da bir taş konularak bu simgelenmek istenmiş.

BEŞ KENTİN DE ORTASI PAZAR

Tam anlamıyla  eski site yerleşimlerinin örnek yaşamını pazar yerinde gözlemlemek mümkün.Şehir sakinlerinin geçmişte tüm ihtiyaçlarını karşıladığı her tür esnafın yer aldığı bir meken burası.Tabi şimdilerde buna ilaveten turistlere bölgeye has ürünlerin pazarlandığı yer olarak ön plana çıkmakta.















Gezimiz sırasında gözüme ilişen palmiye yaprakları ile süslenmiş bir ev girişi dikkatimi çekti.Rehberimize sorduğumda aldığım yanıt bazı rituellerin tarih boyunca yaşayıp günümüze ulaştığının belirgin bir ifadesi oldu.Bu süslemeler  eve gelin geldiğinin simgesi imiş .Hediye getirecek kişilerin palmiye yapraklarının yeşil olduğu dönemi kaçırmamaları gerekiyormuş.Palmiye yapraklarının sararmaya yüz tutması 3 günde olduğundan sonraki günlere kalanlar treni kaçırmış oluyor hediyeleri de makbul sayılmıyormuş.




Bu arada hala işlevlerini yitirmemiş olan kuyuların yanında bir palmiye ağacının varlık gerekçesinin , altın değerine sahip olan suyun son damlasının dahi  kullanılmasını akacak suyun yetişecek palmiye meyvesinin satılarak şehrin genel gideri ve fakir halka yardım amacını taşıdığını belirttiler.Dinen paylaşımın  o dönemlerde ne denli önemli olduğunu ve kişilerin buna önem verdiğini görünce günümüz yobazlarının çıkarcı zihniyetleri
aklıma geldi ve içim burkuldu........





Palmiye den bahsedince ,halen önemini koruyan bu ağaç meyvesi ile ticaret yoklukta ise karın tokluğu  yerleşimlerde ise evlerin taşıyıcısı olarak insanların yaşamında ilk planda geliyor.











Bu evin en az 600 senelik olduğunu düşünürseniz hala ilk kesildiği günün diriliğini taşıdığını resimdende gözleyebilirsiniz.












 Şehir turumuzun sonunda yine o daracık sokaklardan yanyana kişileri hissederek yürürken günümüzün bulvarlarını düşündüğümde insanların mecazi anlamda dahi olsa birbirlerinden uzaklaştıklarını düşünmekten kendimi alakoyamadım.




 Sonsuzluk duygusunu yaşadığım çöle doğru yola düzüldük.


 

En derin sessizliğin yaşandığı ,gölgelerin oyunu içinde insanın kendi hüznünü ve yanlızlığını hissetiği  yer  ,


 

 Ama en yaşama şevki ve azimle güçlüklere göğüs germenin gerektiğini ve sonunda bir umudun her zaman var olduğunu gösteren vahalar .....
 


O sonsuzlukta güneşin batışını izlerken herşeyin bir sonunun olduğunu , yeni doğuşlarda  ise başka hayatlara merhaba deneceğini içinde bulunduğum ortamda daha iyi hissettim........

 










 Kıl çadırlarda , kumun üzerinde pişirilen sahara çayını yudumlamak ise ayrı bir zevkti,


















İlerleyen saatlerde yakılan çöl ateşi ,ve müziğin eşliğinde çölün dayanılmaz hafifliğini yaşadık


 Gelecekte başka gezileri sizler ile paylaşmak üzere şimdilik hepinize saygılarımı sunuyorum